GALATASARAY MEYDANI
Galatasaray Meydanı, İstiklal Caddesi üzerinde, Taksim ile Tünel meydanları arasında hemen hemen orta noktada bulunan bir kesişme noktası. Tepebaşı’ndan gelen Meşrutiyet Caddesi ile Tophane’den gelen Boğazkesen Yokuşu bu dört yol ağzında kesişiyor. Oldukça küçük bir alanı kapsamasına rağmen ismi alanıyla ölçülemeyecek bir cisme sahip.
Meydana hâlâ orada bulunan Galatasaray Lisesi adını verse de son 20 yıldır toplumsal hafızada aldığı yeri burada her cumartesi saat 12.00’de toplanan Cumartesi Anneleri’ne borçlu. Cumartesi Meydanı diye de anılmasının nedeni bu. Farklı konulardaki ihlalleri protesto eden farklı hak örgütleri ve inisiyatifler, politik gruplar da bu meydanı sıklıkla kullanıyor. Bu nedenle güvenlik gerekçesiyle meydanda sıklıkla bir polis kalabalığı da görülüyor. Bu kalabalık, kah orada bulunanların yürüyüşe geçmesini kah toplanmalarını engellemek için müdahale etmek üzere orada bulunuyor. Yani insanların güvenliğiyle pek bir ilgileri yok.
Galatasaray Meydanı, bu anlamda İstanbul’un belki de en politik meydanı olan 1980’ler sonrası Beyazıt Meydanı’nın rolünü çalmış gibi. Bunda 1980 sonrasında hak ve kimlik hareketlerinin döneme damgasını vurmasının rolü büyük olabilir. Meydan, adını 1481’de II. Bayezid’in yerleşim alanı olmayan bu bölgede Saray’ın içoğlanlarını eğitmek üzere kurduğu kışla/mektepten alıyor. Galata Sarayı diye anılan bina, semte de ismini verdi. Bugün bu okulun yerinde Galatasaray Lisesi bulunuyor. Galatasaray Hamamı da zamanında bu okulda okuyan içoğlanlarının temizlik ihtiyacı ve Beyoğlu ayyaşlarının ayılması için inşa edildi. 1875’te yapılan Galatasaray Postanesi yaklaşık 2000’li yıllara kadar İstanbulluların posta ve telefon işlemlerini tarihî bir postanede yapabildikleri bir yerdi. Ayrıca İstiklal Caddesi’nde yapılan protesto gösterilerinin posta işlemleri de (İçişleri ve Adalet Bakanlığı’na çekilen protesto telgrafları, cezaevlerine ayanışma mesajları gibi) burada görülüyordu. İstanbulluların bu tarihî mekânla gündelik ilişkisi binanın müze yapılması kararıyla kesildi.
Galatasaray Lisesi’nin karşısında yer alan Çiçek Pasajı, aslında bir boyutuyla Beyoğlu’nun Rus geçmişine bir gönderme yapıyor. Rejans lokantası gibi, Ekim Devrimi sonrasında İstanbul’a göçen beyaz Rusların mekânı. Ayrıca askerî ve sivil faşist, muhafazakâr yönetimlerin Osmanlı’dan bu yana süren alkol politikalarını da bu pasajın tarihî seyri içinde izlemek mümkün. Osmanlı modernleşmesinin göstergelerinden biri olan pasajlardan tabii ki Galatasaray Meydanı da nasibini almış durumda. Şehri gezilebilir kılan bu pasajların bir özelliği de azınlıklar tarafından yönetilen İstanbul’un ilk alışveriş merkezleri olmaları. Pasajların kayyum ya da Hazine’ye devredilerek el değiştirmesi, Cumhuriyet’in azınlıklardan Türklere transfer edilen sermaye birikiminin de örneklerinden. Meydan ayrıca heykelsiz İstanbul’da iki heykele ev sahipliği yapıyor. Şadi Çalık’ın Cumhuriyet’in 50. Yılı ve İlhan Koman’ın Akdeniz heykellerinin öyküleri de Türkiye’nin İslâmcı ve Batıcı siyasal çatışmalarının sanatsal izdüşümleri niteliğinde. Son olarak tabii ki Cumartesi Anneleri veya Cumartesi İnsanları’nın hikâyesi, Cumhuriyet tarihinde devlet şiddetinin, acımasızlığının ve devlet görevlileri için cezasızlığın, fakat aynı zamanda buna karşı direnişin, hak arayışının, insan haklarının da tarihsel bir simgesi gibi.
GALATASARAY LİSESİ
Birkaç yüzyıl boyunca Saray’a içoğlanı yetiştiren okulun bulunduğu arsaya 1839’da Şehzadebaşı’nda açılan ve ilk modern tıp okulu olan Tıphane ve Cerrahhane-i Amire taşındı. Okul, buraya taşındığında Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane ismini aldı. Ancak 1849’daki yangın sonucu Tıphane buradan da taşınmak zorunda kaldı. Mekteb-i Sultani ise 1 Eylül 1868’de öğretime açıldı. Tanzimat eğitiminin simgesi sayılan Türkçe ve Fransızca tedrisatlı okulun ilk zamanlarında 172 Müslüman ve 237 gayrimüslim (Ermeni, Latin, Rum, Musevi, Bulgar) öğrencisi vardı. Laik ve Fransızca dilde eğitim verecek bir okul, her yenilikçi adım gibi tepkiyle karşılandı. Önce uluslararası baskılara direnildi. Rusya, Osmanlı’daki Fransız etkisinin yaygınlaşmasından duyduğu endişeyle okulla ilgili bir nota verdi. Aynı düzeyde bir Rus okulu açılması girişimleri ise başarı kazanamadı. Papa, Galatasaray’a Katolik öğrenci kaydını yasaklamaya kalkıştı ama Fransa araya girerek bunu engelledi. Ama İstanbul’daki Ermeni Katolik Patriği kendi cemaatinden çocukların bu okula gönderilmesini yasakladı.
Ardından yerli ve millî direnişler başladı. Öncelikle okulun ikinci müdürü, Türkiye Maarifi tarafından uzun süre atanmadı. Daha doğrusu atanan Türk müdür için göreve başlama izni alınamadı. Sonra Yeni Osmanlılar ve Namık Kemal devreye girdi ve okul milliyetçi eleştirilerin hedefi oldu. Yunanca dersinin olmaması Rumları kızdırdı; Museviler, Hıristiyan bir müdürün yönettiği okula çocuklarını göndermekistemediler. Osmanlı Şeyhülislamı, Müslüman ve Hıristiyan gençlerin bir arada okumalarının dine aykırı olduğunu ileri sürdü. Ancak tüm bunlar okulun eğitime devam etmesine engel olmadı. Çünkü devletin yabancı dil bilen yetişmiş elemana ihtiyacı vardı ve diplomasi dili o dönemde hâlâ Fransızca’ydı. Levantenler, Ermeniler ve Rumlar “dragoman” adıyla Fransızca’nın yanı sıra Latince, Rumca, İngilizce ve bazı Balkan dillerini biliyor ve Osmanlı Hâriciyesi’nin temel direğini oluşturuyordu. Ancak 1789 Fransız Devrimi çok uluslu tüm imparatorlukları ve hatta ulus devletleri de etkisi altına almış, Sırplardan sonra Yunanlıların bağımsızlık savaşı başlamıştı. Sekiz yıl süren bu savaş sırasında Osmanlı yönetimi günah keçisi ararken dragomanları buldu ve onların Yunanlılara bilgi sızdırdığına hükmetti. Böylece Osmanlı Hâriciyesi’nde dragoman dönemi kapandı. Bu da Osmanlı top raklarında Fransızca eğitim veren bir kurumu elzem kılıyordu.
Eğitime başlayan ve giderek öğrenci sayısını artıran okulda, 1905’te okul öğrencileri bugün Türkiye’nin üç büyük futbol takımından birine başlangıç oluşturacak Galatasaray Spor Kulübü’nü kurdu. 1907 Şubat’ında yanan okulun yenilenme çalışmaları 1909’a kadar sürdü. O tarihe kadar sadece lise eğitimi verilirken, 1908’de okula ilk ve orta eğitimi de eklendi. 1912’de 60 mezun veren okul, 1915’te 18 mezun verdi. 1916’daysa hiç mezun vermedi. Bu konudaki resmî tarih yorumu, o dönemdeki Balkan ve Çanakkale savaşlarında silah altına alınan ve öldürülen öğrencileri gerekçe gösterirken lisenin Ermeni Soykırımı kurbanlarına haliyle değinmiyor.
Okulun 1968’deki 100. yıldönümü kutlamalarına Fransız Devlet Başkanı Charles De Gaulle de katıldı. O tarihe kadar okul 4.717 mezun vermişti. 1975’te Anadolu Lisesi statüsüne geçirilen okul, 1992’de Fransa’yla yapılan bir anlaşma uyarınca ilkokuldan üniversite bitimine kadar hizmet verecek bir şekil aldı. 1993’te hem ilk kısım hem de Galatasaray Üniversitesi eğitime başladı.
GALATASARAY HAMAMI
Galatasaray Lisesi’nin duvarına bitişik Turnacıbaşı Sokak’ta (eski adı Su Terazisi) Zoğrafyon Rum Erkek Lisesi yer alıyor. Bu lise, banker Hristaki Zoğrafos’un 1892’de İstanbul Rum cemaatine bir bağışıydı. Mimarı Periklis Fotiadis olan lise hâlâ faal. Liseyi geçince, sokağın bitiminde ise, 1715’te yaptırıldığı kaydı bulunan Galatasaray Hamamı karşımıza çıkıyor. Halka da açık olan hamamın, gece Beyoğlu’nda demlenenlerin yıkanıp kendilerine gelmeleri için sabaha kadar hizmet verdiği söylenir. 1965’te onarım geçiren yapı, bu yenilenme sırasında mimari özgünlüğünü yitirdi. 1980’li yıllarda ve 1990’lı yılların başında yasaklar ve engeller nedeniyle yer altına inen LGBTİ+ yaşamının devam ettiği mekânlardan biri de İstanbul hamamlarıydı. Ancak Galatasaray Hamamı, turistik özelliği ve yüksek fiyatları nedeniyle gey buluşmalarının yaşandığı bir hamam olmadı.
GALATASARAY POSTANESİ
İstanbullular niçin geçmişi yüzlerce yıl geriye giden evlerde oturup, lokantalarda yemek yiyemiyor? Niye yüzyıllık kamu binalarında hizmet alamıyor? Çocuklar niye yüzlerce yıllık okullarda okuyamıyor? Bunun cevabı olarak, kentin son derece önemli tarihî dokusuna sahip çıkılmaması, koruma politikalarının yetersiz kalması ve çoğu zaman yerel yönetimler eliyle ihlal edilmesi, tarih ve koruma bilincine yönelik eğitim ya da güçlü politikaların olmaması, hızlı kentleşme gibi gerekçeler sıralanabilir. Beyoğlu Postanesi de bunun kurbanlarından biri. Müze olarak korunmuş olsa da restorasyon faciaları nedeniyle orijinal dokusunu yitirmiş durumda.
Galatasaray Postanesi, İstiklal Caddesi’ne cepheli olarak 1875’te tüccar Theodor Sıvacıyan tarafından bir aile konutu olarak inşa ettirildi. 340 metrekare alan üzerine kagir olarak inşa edilen bina, bir bodrum, bir zemin, üç tam kat ve boğaz manzarası olan bir çekme kattan oluşuyordu. Fransa’da imal edilen kapılarla, İtalyan ressamların uyguladığı tavan bezemeleriyle donatılan binanın üst katlarında Sıvacıyan ve ailesi otururken, giriş katı da Bay Apolonatos tarafından ecza laboratuvarı olarak işletildi. 1907’de Posta ve Telgraf Nazırı Hüseyin Hasip Efendi iken bina satın alındı ve Beyoğlu Posta-Telgraf Merkezi’ne dönüştürüldü. İstanbul Radyosu, 1943-1944 tarihlerinde yayınlarını ikinci kattaki odalardan sürdürdü. Binada bir süre de İngiliz ve Alman radyo şirketleri faaliyet gösterdi. En son 1977’deki yangında hasar gördükten sonra, o zamanki tasarruf tedbirleri kapsamında orijinaline sadık bir restorasyon yapılmadan 1982’de tekrar hizmete girdi. Ancak kısa süre içinde Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü ve Bakanlık kararıyla müze yapılmasına karar verilen Galatasaray Postanesi boşaltıldı, geçici olarak karşısındaki bir binaya taşındı. Binada restorasyon çalışmaları başladı. Tarihî postane, restorasyonundaki davalara konu olan yolsuzluk uygulamalarının ardından Galatasaray Müzesi oluverdi. Nüvesini 1915’te Ali Sami Yen tarafından kurulan Galatasaray Müzesi’n den alan Galatasaray Üniversitesi Kültür ve Sanat Merkezi, 6 Aralık 2009’dan bu yana İstiklal Caddesi No: 90 adresindeki Tarihî Beyoğlu Postanesi’nde hizmet veriyor.
Galatasaray Postanesi’nin önemli özelliklerinden biri de çeşitli kampanyalara imza atan hak örgütü mensuplarının protesto ve kampanya telgraflarını ve kartpostallarını postalamak için burada buluşmasıydı. Örneğin 2000’de cezaevlerinde F Tipi uygulamaya karşı başlayan ölüm oruçları sonucu pek çok kişi yaşamını yitirmiş, sağlığını kaybetmişti. 19 Aralık 2000’de cezaevlerine yapılan operasyon, cezaevlerinde uygulanan şiddetin en uç noktalarından biri oldu. 19 Aralık’tan sonra İstanbul’da çeşitli kadın gruplarından kadınlar bir araya gelerek F tipi cezaevlerindeki tutuklular için “Endişeliyiz” başlığıyla eylemlere başladı. 13 Ocak’ta üzerinde “Endişeliyiz” yazan balonlar uçurarak ilk eylemlerini gerçekleştiren kadınlar, daha sonra Aralık ayına kadar her hafta saat 13.00’te Galatasaray Postanesi’nden cezaevlerindeki kadınlara mektup atıp basın açıklaması yaptı.
ÇİÇEK PASAJI
Banker Hristaki Zografos Efendi tarafından dönemin ünlü mimarlarından Cleathy Zagno’ya, 1870 Beyoğlu yangınında yanan Naum Tiyatrosu’nun arsasına yeni bir çarşı binası olarak yaptırılan Çiçek Pasajı, Beyoğlu ve İstiklal Caddesi denince belki de akla ilk gelen mekân. Yapımına 1874’te başlanan ve 1876’da bitirilen binanın yapıldığı zamanki adı Cite de Pera’ydı. Asıl girişi İstiklal Caddesi üzerinde olan pasajın diğer kapısı da Balık Pazarı’nın olduğu Sahne Sokağı’na açılıyor. Binada 24 dükkân ve 18 daire bulunuyordu. Japon oyuncakçı Nakumara, Çiçekçi Pandelis, Köleyan Kuaförü, Acemyan Tütüncüsü, Teodoradis Eczanesi, Yorgo’nun Meyhanesi, Hristo Kafesi ve Degüstasyon Lokantası, günümüzün alışveriş merkezlerine karşılık gelecek bir işlev yüklenen Çiçek Pasajı’ndaydı. 1908’de pasajı II. Abdülhamit’in sadrazamı Küçük Sait Paşa satın aldı. Paşa, toptan çiçek mezatları da yapan Çiçek Üretim ve Satış Kooperatifi’ni buraya taşıdı. Böylece Pasaj, Çiçek Pasajı olarak anılmaya başlandı.
Edebiyatçı İsmail Güzelsoy, İstanbul’un Gezi Rehberi adlı kitabında pasajın Çiçek Pasajı olarak adlandırılmasına başka bir açıklama getiriyor:
Uzun süre, Ekim Devrimi sonrasında Rusya’dan kaçan Beyaz Rus kızların bu bölgede çiçek sattığı bilinir. Galatasaray Lisesi’nin önünde gelene geçene çiçek satan bu kızcağızlar, kendilerini rahatsız eden İngiliz ve Fransız askerlerinin tacizlerinden korunmak için topluca Çiçek Pasajı’na sığınırlardı. Genelde bir erkek akrabalarının garson ya da aşçı olarak çalıştığı bu pasaj, kızlar için güvenli bir sığınaktı haliyle. Pasaj adını bu tatsız süreçten almış. Yani iddia edildiği gibi çiçek mezatlarından değil.
Pasajın meyhane ve birahane mekânı haline gelmesinin başlangıcı 1930’lu yıllara dayanıyor. Degüstasyon Lokantası yazları pasaj içine bakan kapılarını açarak oraya masa koymaya başladı ve büyük rağbet gördü. Dükkânlar birer birer birahaneye ve meyhaneye dönüştü. Zaman içinde Krapen Pasajı’yla birlikte İstanbul’un en iyi meyhanelerinin bulunduğu bir yer halini aldı. Pasajda sadece erkeklerin girebildiği, gemicilerin müdavimi olduğu, müzikli ve danslı meyhanelere “baloz” adı verilirdi. Çiçekçi dükkânları arasındaki balozlarda büyük fıçılar üstünde içki içilmesi geleneği yakın zamanlara kadar korundu. 1950’lerde çiçekçilerin yandaki sokağa taşınmasıyla pasaj bugünkü kimliğine büründü.
1978’de pasajda çökmeler oldu. 1980 askerî darbesinden sonra atanan Beyoğlu Belediye Başkanı, pasajın içindeki masaları zapturapt altına almak için bir askerî düzen getirdi. 1988’de pasaj, belediye aracılığıyla yenilendi. 2005’te çatısı onarıldı ve ışıklandırması elden geçirildi. Pasaj bugün hâlâ meyhane ve birahane olarak daha çok turistlere hizmet veriyor. Bir liman kenti olarak Bizans’tan bu yana meyhaneleriyle ünlenen İstanbul’un bugün Nevizade ile birlikte koruma altındaki bir meyhane bölgesi olarak varlığını sürdürüyor.
AVRUPA PASAJI
Eskiden İstiklal Caddesi’ne açılan iki sokağın arasında bulunan Naum Tiyatrosu ile Jardin de Fleurs Oteli (ki İstanbul’daki ilk sirk gösterisi 1856’da burada yapılmıştı) 1870 yılında yanınca, yerine sokakları birbirine bağlayan uzun bir koridor şeklindeki bu pasaj yapıldı. Onnik Düz’ün yaptırdığı pasajın mimarı Pulgher’di. 56 metrelik koridorpasajın üstü camla kaplıydı. Toplamda yer alan 22 adet dükkânın her birinin üst katta bir odası ve mutfağı ile bir mahzeni vardı. Yapı yeni-Rönesans üslubunda inşa edilmiş, cephede kullanılan taşları Malta Adası’ndan getirilmişti.
Mekânı zenginleştirmek amacıyla ana taşıyıcılar üzerine yerleştirilmiş insan boyunda aynalar nedeniyle İstanbullular, pasaja “Aynalı Pasaj” adını da verdi. Üst katta nişler içindeki heykellerin ve korent başlıklı sütunların arasında yer alan üzerleri kemerli ikiz pencereler, pasajda dikkati çeken diğer dekoratif unsurlardı. Ayrıca dış kapıların üzerinde birinde aslan başı kabartması, diğerinde de Atatürk maskının yer aldığı rozetler bulunuyordu. İlk açıldığında, Kuaför Karkonakis, Massali ve Zografos, terzi Konstantin Hisar, Madam Rizzo ve Marko Perpignai, ibrişimci Emmanuel Karlatos ve Yorgo Tsiotis, iplikçi Josef Miari, saatçi Wosterling ve çiçekçi Sabuncakis gibi isimler burada faaliyet gösteriyordu. 1929’da Hazine’ye intikal eden pasaj, Emlak ve Eytam Bankası tarafından satıldı.
ZORLA KAYBETMELER
Tansu Çiller’in başbakanlık yaptığı 1995 senesinde Doğan Güreş, 1990-1994 tarihlerinde sürdürdüğü Genelkurmay Başkanlığı görevini İsmail Hakkı Karadayı’ya devretti. Kürt illeri, olağanüstü hal bölgesi olarak biliniyordu. Ordunun PKK ile mücadelesinde “gayri nizami harp” stratejisi uygulanmaya başlanmış, TSK “düşük yoğunluklu savaş” konseptine uygun olarak yeniden yapılandırılmış, Özel Harp Dairesi de Özel Kuvvetler Komutanlığı adını almıştı. Korucu sayısı ise yıldan yıla artıyordu. 1993 itibariyle dönemin başbakanı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ekibi tarafından “Alan hâkimiyeti ve PKK’yı Bölgede Barındırmama” konseptiyle özel bir güvenlik stratejisi yürürlüğe konmuştu. Bu stratejinin sivil halk açısından sonuçlarıysa köylerin ve diğer yerleşim birimlerinin zorla boşaltılması, “faili meçhul cinayetler” ve zorla kaybetmelerin giderek artması oldu.
1980-1990 tarihlerinde kaybedilen kişi sayısı 22 iken, Hafıza Merkezi’nin doğrulayabildiği kaybedilen rakamlarına göre bu sayı 1992’de 18’e, 1993’te 81’e ve 1994’te 202’ye çıktı. Yürütülen gayri nizami harp stratejisi nedeniyle kaybedilenlerin büyük çoğunluğu Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu kentlerde yaşıyordu. 12 Eylül 1980 askerî darbesinden bugüne kadar Türkiye’de kaybedildiğine inanılan 1.300 kişiden Hafıza Merkezi’nin doğruladığı 500 kişinin illere göre dağılımı ise şöyle: Şırnak – 135, Diyarbakır – 123, Mardin – 65, Hakkari – 45, Batman – 26, İstanbul – 26, Şanlıurfa – 13, Tunceli – 11, Bitlis – 10, Ankara – 7, Diğer – 39.
İnsan Hakları Derneği, bu gerçeklik karşısında ilk kez 1992’de zorla kaybetmeler üzerine bir kampanya düzenledi. Üç yıl sonra, 1995’te İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Vakfı daha geniş bir kampanya organize etti. Zorla kaybetmeler, gözaltında kayıplar olarak gündelik kullanımda yerini buldu.
Cumartesi Anneleri
15 Mayıs 1995’te, 58 gün önce gözaltına alınarak kaybedilmiş olan Hasan Ocak’ın bedeni ailesi tarafından Adli Tıp Kurumu’nda teşhis edildi. Kaybedildiği süre boyunca arkadaşları ve ailesi bulunması için çok sayıda eylem yapmış, Hasan Ocak’ın akıbetini sormuş ve kamuoyunda bu kaybı gündemde tutmuşlardı.
Hasan Ocak’ın gözaltına alınması yoğun olarak Alevilerin yaşadığı İstanbul Gazi Mahallesi’ndeki üç kahvehane ve bir işyerinin aynı anda kimliği belirlenemeyen kişilerce tarandığı ve “Gazi Olayları” olarak anılan günlerin hemen sonrasına denk geliyordu. Köylüler, Ocak’ın cansız bedenini gözaltına alınmasından beş gün sonra, 26 Mart 1995’te Beykoz Buzhane Köyü Dedeler Mevkii’nde gördü. Jandarma’ya haber vermeleriyle durum Beykoz Cumhuriyet Savcılığına intikal etti; parmak izi ve kan örnekleri alındı, fotoğrafları çekildi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve ilçelere parmak izi gönderildi. Ancak İstanbul’un dört bir yanında aranmasına rağmen bu bulgularla kimlik tespiti yapılmadı.
Ailesi, 15 Mayıs 1995’te Adli Tıp Kurumu kayıtlarından Hasan’ı teşhis etti. Ölüm nedeni tel veya iple boğulma olsa da yüzü tanınmaması için parçalanmıştı ve vücudunun her yerinde işkence izleri vardı. Aile, tanıklara da başvurarak, Hasan Ocak’ın en son Terörle Mücadele Şubesinde görüldüğünü duyurdu. Otopsi raporu da Ocak’ın boğularak öldürüldüğünü ortaya koyuyordu. Ailenin suç duyuruları sonuçsuz kaldı, failler bulunamadı. Hasan Ocak’ın bedeninin arandığı sırada Rıdvan Karakoç’un ve Ayşenur Şimşek’in kaybedildiğinin anlaşılması sonucunda İnsan Hakları Derneği hak savunucuları hem zorla kaybetmeleri engellemek hem de faillerin bulunmasını sağlamak üzere 27 Mayıs 1995’te Galatasaray Meydanı’nda toplanıp oturdular. Her hafta cumartesi günü aynı yerde ve aynı saatte protestolarını sessizce hayata geçirmeye başladılar. Arjantin’de cunta döneminde kaybedilenlerin yakınlarının Plaza de Mayo meydanında yaptıkları eylemden ilham almışlardı.
Ancak bir süre sonra polis müdahalesi başladı. Emniyet Müdürlüğü’nün “Kayıplar Otobüsü” hemen yanı başlarına park ediyor ve anons yapıyordu. Gözaltında kayıp olmadığı, kayıpların yasadışı örgütlere katıldığı söyleniyor, aileler devletle işbirliği yapmaya çağrılıyordu. Bir süre sonra polis, cumartesi günleri öğleye doğru Galatasaray Meydanı’na gelen herkesi gözaltına almaya başladı. 13 Mart 1999 itibariyle oturmalara ara verildi ve bu ara 2009’a kadar sürdü. 31 Ocak 2009’da oturmalara tekrar dönülmesine Ergenekon tutuklamalarının başlaması ve dava iddianamesinin hazırlanması neden oldu. İnsanların kaybedilmesinden sorumlu olan askerlerin yargılanabilme ihtimali bir umut doğurmuştu. 29 Ocak 2011’de Cumartesi eylemi Cizre’de de başladı. Bunda bölgede katliamlardan ve kaybedilmelerden sorumlu tutulan Albay Cemal Temizöz hakkında açılan dava etkili oldu. Bu dönemde Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan 2011 yılında Cumartesi anneleriyle bir görüşme yaparak taleplerini dinledi. Kaybedilenlerin yakınları, 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar İstanbul’da, Diyarbakır’da, Batman’da ve Cizre’de Cumartesi eylemlerini sürdürdü. Bu tarihten itibaren sadece İstanbul’da yapılan eylem, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatı ve “terör” suçlamasıyla 25 Ağustos 2018’de, 700. haftasında polis müdahalesine uğradı ve kaybedilenlerin yakınları ve insan hakları savunucularından 47’si gözaltına alındı.
Kayıplara dair filmler, kitaplar, şarkılar
70’ten fazla ülkede sistematik olarak uygulanmış olan zorla kaybetmelere dair, kayıp hikâyelerini konu alan dünyanın birçok ülkesinden film, belgesel, edebiyat ve müzik çalışmalarından bir derleme.
FİLMLER
Missing/Kayıp (1982), Yönetmen: Costa-Gavras, ABD – La noche de los Lápices/Kalemlerin Gecesi (1986), Yönetmen: Héctor Olivera, Arjantin – La Historia Oficial/Resmî Tarih (1985), Yönetmen: Luis Puenzo, Arjantin – Un Muro de Silencio/Sessizliğin Duvarı (1993), Yönetmen: Lita Stantic, Arjantin – La muerte y la doncella/ Ölüm ve Genç Kız (1994), Yönetmen: Roman Polanski, ABD, Britanya, Fransa – The Disappearance of Garcia Lorca/Garcia Lorca’nın Kaybedilmesi (1997), Yönetmen: Marcos Zurinaga, İspanya, ABD – Imagining Argentina/Kayıp Hayatlar (2003), Yönetmen: Christopher Hampton, İspanya, Britanya, ABD – O Ano em Que Meus Pais Saíram de Férias /Annemler Tatilde (2006), Yönetmen: Cao Hamburger, Brezilya – Rendition/Yargısız İnfaz (2007), Yönetmen: Gavin Hood, ABD – Dukot (2009), Yönetmen: Joel Lamangan, Filipinler – The Simpsons, 12. Sezon, 6. bölüm: The Computer Wore Menace Shoes (2000), Yönetmen: Mark Kirkland, ABD – Infancia Clandesti na/Kayıp Çocukluk (2011), Yönetmen: Benjamin Avila, Arjantin, İspanya, Brezilya – Das Lied in Mir/Doğmadığım Gün (2011), Yönetmen: Florian Cossen, Almanya, Arjantin.
BELGESELLER
Ormancik (2014), Sterk TV, Kürdistan – Berxwedana 33 Salan-Dayika Berfo/33 Yıllık Direniş, Berfo Ana (2014), Yönetmen: Veysi Altay, Türkiye – Bûka Baranê (2013), Yönetmen: Dilek Gökçin, Türkiye – Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali (2012), Yönetmen: Metin Avdaç, Türkiye – Nuestros Desaparecidos/Kayıplarımız (2008), Yönetmen: Juan Mandelbaum, Arjantin – Nostalgia de la Luz/Işığa Özlem (2010), Yönetmen: Patricio Guzman, Fransa, Almanya, Şili, İspanya, ABD – El Botón de Nácar/Sedef Düğme (2015), Yönetmen: Patricio Guzman, Şili.
EDEBİYAT
Catch-22/Madde 22 (1961), Yazar: Joseph Heller – Darkness at Noon/ Gün Ortasında (1940), Yazar: Arthur Koestler – The Disappeared (2009) Yazar: Kim Echlin – Queremos tanto a Glenda/Mırıldandığım Öyküler kitabından “Graffiti” (1980), Yazar: Julio Cortázar – Información para extranjeros (1995), Yazar: Griselda Gambaro – When Darkness Falls (2007), Yazar: James Grippando – La muerte y la doncella/Ölüm ve Genç Kız (1991), Yazar: Ariel Dorfman – Feeding on Dreams: Confessions of an Unrepentant Exile (2011), Yazar: Ariel Dorfman – José (1987), Yazar: Matilde Herrera – Dirty Secrets, Dirty Wars: Buenos Aires, Argentina, 1976-83: The Exile of Editor Robert J. Cox (2008), Yazar: David Cox.
POPÜLER MÜZİK
Hay Una Mujer Desaparecida, Holly Near (Barbara Higbie ile) – Desaparecidos, Little Steven & the Disciples of Soul – Desapariciones, Rubén Blades – Mothers of the Disappeared, U2 – They Dance Alone, Sting – The Circle, Kris Kristofferson – Undercover of the Night, The Rolling Stones – Cumartesi Türküsü, Sezen Aksu – Beni Bul Anne, Ahmet Kaya – Benim Annem Cumartesi, Bandista.
KOMAN VE ÇALIK
Galatasaray Meydanı’nın bir başka özelliği de heykelsiz İstanbul şehrinde iki heykele ev sahipliği yapması. Bunlardan ilki, Türkiye Cumhuriyeti’nin 50. kuruluş yıldönümü için Mehmet Şadi Çalık’a sipariş edilen ve Galatasaray Meydanı’na yerleştirilen heykel. Göğe yükselen 50 borudan oluşan bu heykel, Cumhuriyet’in sanayileşmeci, kalkınmacı, modernleşmeci özelliklerine gönderme yapıyor. Girit’in Kandiye ilçesinde doğan Çalık, Türkiye’nin öncü soyut heykeltıraşlarından. Almanya’nın ilk soyut heykelcisi olan Rudolf Belling’den eğitim aldığı ve etkilendiği biliniyor. Belling, Nazilerden kaçıp Türkiye’ye gelen Alman bilim insanlarından biriydi. Bilindiği üzere Alman Parlamentosu’nun Naziler tarafından yakılmasından beş gün sonra, 5 Mart 1933’te yapılan genel seçimlerde Nazi Partisi, oyların yüzde 43,9’unu aldı. Hitler yönetimi komünist milletvekillerini tutuklayarak çoğunluk hükümetini kurdu, ülkeyi kararnamelerle yönetmeye başladı. İlk yaptığı tasarruflardan biri, üniversitelerdeki Nazi karşıtı ve Yahudi bilim insanlarını tasfiye etmek oldu. 3.100 bilim insanı üniversiteden atıldı, diplomaları geçersiz sayıldı. Bu sırada Türkiye’de üniversite reformu yapılıyor, yeni kurulan ve kurulacak olan üniversitelerde görev alacak bilim insanı bulmakta büyük zorluk çekiliyordu. İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşunda 38’i ordinaryüs ve 4’ü profesör olan toplam 42 Alman bilim insanına görev verildi. 1933’te İstanbul Üniversitesi öğretime başladıktan sonra 300 kadar Alman bilim insanı İstanbul’a geldi. Bunlardan 70 kadarı tıp fakültesinde ve hastanelerde görev aldı. Daha sonra Ankara Üniversitesi’nde de Alman ve Avusturyalı bilim insanlarına görevler verildi. 1933 sonrası, Almanya’yı terk etmek zorunda kalmış ordinaryüs, profesör, doçent, asistan, okutman, yardımcı bilimsel kadro olarak toplam 500-600 civarında Alman bilim insanı aileleriyle birlikte Türkiye’ye iltica etti. Bu insanlar, hem Türkiye’de üniversitelerin kurulmasına hem de yeni akademisyenler yetiştirilmesine büyük katkı sağladı. İşin bir diğer yanı da 1933 üniversite reformuyla tek parti denetimine alınmaya çalışılan ve bağımsızlığı ortadan kaldırılarak kapatılan Darülfünun’dan tasfiye edilen 93 öğretim görevlisinin yarattığı boşluğun da böylece giderilmesiydi.
Akdeniz Heykeli
Meydanda bulunan ikinci heykel ise 2017’de Yapı Kredi binasının yenilenmesi sonrasında binaya dışarıdan görülecek şekilde yerleştirilen İlhan Koman’ın Akdeniz heykeli. Bu kollarını iki yana açmış kadın heykelinin aslında Akdeniz’e bakan bir yamaç için tasarlandığı ancak İstanbul Zincirlikuyu’daki (sonradan Yapı Kredi Sigorta adını alacak) Halk Sigorta binasının önüne yerleştirileceği anlaşılınca binanın cephesini kapatmaması için heykelin tasarladığından daha küçük yapılmasının Koman’dan rica edildiği söyleniyor.
İlhan Koman, Akdeniz heykelini şöyle tanımlıyor:
…yüz yirmi parçanın her biri bu iç denizi çevreleyen farklı yaşayışlarda, başka dilleri konuşan, başka Tanrı’lara inanan insan topluluklarını simgeliyor. Bir armoni içinde hepsi bir araya geldiklerinde de Akdeniz’i oluşturuyorlar.
1980’den beri Zincirlikuyu Meydanı’nda sigorta binasının önünde yer alan heykel, 2014’te binada bulunan İsrail Konsolosluğu önünde protesto gösterisi yapan kalabalık tarafından kırıldı. Heykelin bir bölümü tahrip edildi. Tamir edilen heykel, 2017’de Galatasaray Meydanı’ndaki Yapı Kredi binasının üst katında dışarıdan görülecek bir şekilde sergilenmeye başlandı.
ŞAHİNYAN VE GÜLER
Osmanlı döneminde fotoğrafçılık alanında öne çıkan nadir kadınlardan Maryam Şahinyan’ın yönettiği Foto Galatasaray da Galatasaray Meydanı’nda yer alıyordu. Meclis-i Mebusan Sivas milletvekili olan Agop Şahinyan Paşa’nın torunu Maryam, 1911’de doğdu. Ailesinin 1915 kırımından kaçıp İstanbul’a gelmesinin ardından 1933’te ortak oldukları Foto Galatasaray, 1937’den itibaren tek başına Maryam Şahinyan’ın yönetimine geçti. 1985’te yaşlılık nedeniyle stüdyosunu devrettiğinde ardında, tamamı siyah-beyaz negatif ve cam negatiflerden meydana gelen yaklaşık 200 bin görüntüyle İstanbul’un fiziksel arşivlerinden birini bıraktı. Maryam Şahinyan, 1996’da öldü.
Bu kitabın hazırlanmakta olduğu günlerde, 17 Ekim 2018’de hayata veda eden, Türkiye’nin belki de en ünlü, uluslararası düzeyde en çok tanınan fotoğrafçısı Ara Güler, 1928’de Beyoğlu’nda dünyaya gelmişti. Güler için İstanbul’u belgeleyen fotoğrafçı nitelemesi yapılabilir. 1950’de gazeteciliğe başlayan Güler, sonrasında Hayat Dergisi’nin fotoğraf bölümü şefi oldu, Time-Life ve Paris Match gruplarının bölge temsilciliğini yaptı. Fotoğraflarından oluşan sergiler dünyanın dört bir yanında açıldı ve yine fotoğraflarından oluşan çok sayıda kitabı basıldı. Çalışmaları özel koleksiyonlara, Paris’teki Bibliotheque Nationale de France’ın, Manchester’daki George Eastman Museum’un ve Köln ile Nebraska’daki müzelerin arşivlerine alındı. Galatasaray Meydanı’nın dibindeki atölyesinin giriş katında 2001’de açılan Ara Cafe’de de Ara Güler’in fotoğraflarını görmek mümkün.
GÜL BABA
Rivayet o ki Galatasaray Meydanı ve burada kurulan okul, mevcudiyet sebebini Gül Baba adlı bir Bektaşi dervişine borçlu. En azından Evliya Çelebi Seyahatnamesi böyle diyor. Rivayete göre, Fatih Sultan Mehmet’in yerine geçen oğlu II. Bayezid avdan dönerken mis gibi çiçek kokularını alınca bugünkü Galatasaray yamaçlarını gül bahçesiyle dolduran tabiat âşığı Gül Baba’yı ziyaret etti. Bu ziyarette Gül Baba, padişahtan bulunduğu yere bir okul yaptırmasını istedi. Padişah ayrılırken de ona bir demet sarı, bir demet kırmızı gül sundu. Galatasaray’ın renkleri buradan geliyor. Gül Baba, Fatih Sultan Mehmet devrinden Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar birçok savaşta yer aldı. Budin’in fethine katıldı ve bu fetih sırasında öldü. Budin Beylerbeyi Mehmet Paşa tarafından 1548’de yaptırılan türbesi, Macaristan’ın başkenti Budapeşte’nin merkezinde bulunuyor.