Osmanlı Devleti’nde modern hapishane kavramı, 19. yüzyılla birlikte telaffuz edilmeye başlandı ve Batılılaşma hareketlerinin bir parçası olarak gündeme geldi. Batılılaşma, yeni anayasada ve adli mekanizmalarda yeni düzenlemeleri beraberinde getirdi. Savcılık, noterlik, adliye müfettişliği gibi yeni kurumlarla beraber, Kanun-i Esasi’yle birlikte zindan anlayışından hapishane anlayışına da bir geçiş yaşandı. Hapishane konusundaki ıslah faaliyetleri için ilk yönetmelikler ya da nizamnameler de bu dönemin ürünüydü. 1831’de İstanbul zindanları uygulamasına son verildi. Hapis cezası da 1840, 1851 ve 1858 tarihli ceza kanunlarıyla kabul edildi.
1918-1919 yıllarında açıldığında Sultanahmet Cezaevi’nin adı Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi’ydi. 1969’a kadar hizmet veren bina, Bayrampaşa Cezaevi’nin yapımından sonra kapatıldı. Bu tarihe kadar toprağa gömülü hücrelerinin duvarlarında, mahkûmların zincire vurulduğu pranga demirleri yerinde duruyordu. 11 yıl aradan sonra onarım görerek siyasi tutukluların hapsedilmesi için tekrar açıldı. Bunda 12 Eylül askerî darbesi sonrasında yüzbinlerce kişinin tutuklanmasının rolü oldu. 1980-1986 yılları arasında askerî cezaevi olarak hizmet verdi. Sonraki tarihlerde ihtiyacın artmasıyla birlikte cezaevinin kapasitesi de büyütüldü.
Nazım Hikmet’in Sultanahmet Cezaevi’nde yazdığı söylenen ve yayımlanmayan Orası adlı romanında cezaevi şöyle anlatılıyor:
Karantinanın üst katı Localar’dı. Dar bir koridoru ve on üç taş locası olan bu kısımda 1932’den evvel idam mahkûmları ve pranga cezası giyen mevkuflar yatırılırdı. Türkiye Komünist Partisi tutuklaması sonrasında yapılan açlık grevinden beri ise burası –bir imtiyaz olarak– komünistlere verildi.
Sultanahmet Cezaevi’nin ilk konukları arasında İstanbul’un işgaline karşı gelen ve Kurtuluş Savaşı hazırlığında bulunan İstanbullu direnişçiler var. Cumhuriyet Türkiyesi, Osmanlı’dan devraldığı geleneği hakkıyla uygulayarak her dönem aydınlarını ve sanatçılarını cezaevine atmaktan geri durmadı. 1938 Donanma Davası ve 1951 Komünist Tevkifatı’nın mağdurlarının önemli bir kısmı bu cezaevinde kaldı. Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpusu adlı kitabını, Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları adlı destanını, Orhan Kemal’in 72. Koğuş adlı romanını, Yalçın Küçük’ün Aydın Üzerine Tezler adlı çalışmasını bu cezaevinde yazdığı belirtiliyor. Cezaevinin diğer konukları arasında Abdülkerim Korcan, Aziz Nesin, Can Yücel, Deniz Gezmiş, Hamdi Alev Şamilof, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Hüsamettin Özdoğu, Mehmet Bozarslan, Mihri Belli, Necip Fazıl Kısakürek, Reşat Fuat Baraner, Sevim Belli, Sıdıka Umut (Su), Dr. Şefik Hüsnü, Vedat Türkali, Yılmaz Güney, Zeki Baştımar da var. 1960 darbesi sırasında bin kişilik Sultanahmet Cezaevi’nde 2 bin 500 mevkuf ve mahkûmun kaldığı haberleştirildi.
12 Eylül askerî darbesi öncesinde de sonrasında da sosyalistlerin ve muhalif aydınların kapatıldığı Sultanahmet Cezaevi, 12 Eylül sonrası tek tip elbise uygulamasına karşı mücadelenin başladığı ilk cezaeviydi. Aralarında Sinan Kukul, Fatih Öktelmiş, Hasan Telci, Abdullah Meral, İbrahim Erdoğan gibi siyasi tutukluların bulunduğu cezaevinde bir yıl süren çıplak direniş sonrasında cezaevi yönetimi geri adım atarak tutuklulara giysilerini iade etmişti.
Cumhuriyet Gazetesi, 4 Aralık 1989. Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği, Taha Toros Arşivi.
Toros Arşivi.
Sultanahmet Cezaevi’nin uluslararası düzeyde sahne almasına neden olan kişi ise oranın mahkûmlarından Billy Hayes’di. Yazdığı Midnight Express (Geceyarısı Ekspresi) isimli kitap, 1978’de Oliver Stone’un senaryosunu yazdığı ve Alan Parker’ın yönettiği bir film oldu.
1992’de Sultanahmet Cezaevi’nin otel olması girişimleri başlatıldı. 1996’da Four Seasons Sultanahmet olarak açılan lüks otelin, bir zamanlar Türkiyeli aydın, sanatçı ve muhalifleri zorunlu olarak ağırlayan koğuş ve hücreleri ancak yüksek bir bedel ödenerek, o da yer varsa kalınabilecek duruma geldi. Böylece Türkiye geçmişle yüzleşme adına bir fırsatı daha kaçırmış oldu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin mücadeleler ve baskılar adına görkemli bir müzesi olabilecekken otele dönüşmesi, sadece bu fırsatın kaçması anlamına gelmiyordu. Aynı zamanda Sultanahmet Arkeoloji Parkı içinde, Bizans Sarayı’nın bugüne kadar korunabilmiş ve arkeolojik kazı sürdürülen bölümünde yapılan 50 yataklı ek binalar da büyük tartışmalara yol açtı. Sultanahmet Cezaevi’nin Osmanlı döneminde korunamayan Bizans Sarayı kalıntıları üzerine inşa edilmesi, Cumhuriyet döneminde çevresindeki arkeolojik alanın cezaevi bahçesi olarak gösterilerek otel arazisi olarak kiralanmasıyla yeni bir boyuta ulaştı. Four Seasons otelinin ek bölümlerinin inşaatı bazı bilim insanlarının ve politikacıların tüm engelleme çabalarına rağmen Danıştay’ın verdiği kararla durduruldu. Ancak bu karar dikkate alınmadı ve inşaat sürdü. Dönemin Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yaklaşık bir ay sonra inşaat alanını ziyaret ederek inşaatın durdurulduğu duyurusunu yaptı. Fakat bu sürede Danıştay’ın kararına rağmen öngörülen üç bloktan ikisi inşa edilmişti.