27 Mayıs 2013 gecesi iş makinelerinin Gezi Parkı’nda çalışmaya başlamasından 15 Haziran akşamı parkın boşaltılmasına kadarki süreç, Türkiye tarihinde bir dönüm noktasına işaret ediyor. Gezi Parkı İsyanı hem birkaç kuşağı hem de bir araya gelmesi zor siyasal örgütlenmeleri buluşturması açısından dikkate değer bir toplumsal hareketti. Sosyal, ekonomik ve özel hayatlarını düzenlemeyi amaçlayan ve giderek otoriterleştiğini düşündükleri bir hükümete karşı haysiyet için mücadele ettiklerini söyleyen muhtelif topluluklardan oluşan ve hiçbir siyasal partiyle ilişkisi olmayan, spontane, sivil ve siyasi bir hareketti. Merkezinde kamusal mekânın kullanımı, dönüşümü, kentsel ve mimari mirasın korunmasına şehirli bir duyarlılık da barındırıyordu.
Gezi Parkı, 30 Mayıs 2013. Fotoğraf: Nazım Serhat Fırat.
İsyanı hazırlayan süreç şöyle özetlenebilir: 11 Mayıs’ta Suriye sınırında bulunan Reyhanlı’daki bombalı saldırıda 52 kişi hayatını kaybetti. 1 Mayıs’ta Taksim, futbol liginin son maçında ise Beşiktaş sert polis müdahalesiyle savaş alanına döndü. Beyoğlu’ndaki en küçük gösteri yürüyüşünde dahi sokakları biber gazı kapladı. Tarihî Emek Sineması’nın AVM’ye çevrilmesine tepki gösteren sinemacılar yerlerde sürüklendi. İstanbul’un orman alanlarını kökünden budayacak üçüncü köprüye Alevi kıyımıyla hatırlanan Yavuz Sultan Selim’in adı verildi. Alkollü içkilerin satışına getirilen kısıtlama Meclis’te onaylandı. THY çalışanlarının grevi, polis ablukası altında başladı. Anayasa referandumundan sonra, kürtaj yasağı tartışmalarından eğitim sistemindeki kökten değişikliklere, vicdanları yaralayan hukuk davalarından tutuklu gazeteci ve öğrencilere, Türkiye’nin her bir deresine inşa edilmeye çalışılan ve büyük dirençle karşılaşan elektrik santrallerinden medyada yaratılan teksesliliğe, sendikal örgütlenmenin önüne konan engellerden esnek çalışma şartlarının ve taşeron sisteminin getirdiği güvencesizliğe, herkesin sokağa çıkmak için bir sebebi vardı.
Giderek şiddetini artıran baskılar, büyük kentsel projelerdeki ısrarda da kendini gösterdi. Gezi Parkı’nın imara açılması ve Topçu Kışlası’nın yeniden yapılması projesi, Başbakan Erdoğan’ın kişisel talimatıyla, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi devre dışı bırakılarak Kültür Bakanlığı’na sunuldu. Bakanlığa bağlı İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, “Gezi Parkı’nın tarihe tanıklık ettiği” gerekçesiyle kışlanın yeniden yapımını uygun bulmayarak projeyi oybirliğiyle reddetti. Başbakan “reddedenler reddedilir” diyerek kurulun kararını yok saydı. Proje bu kez Ankara’daki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’na götürüldü. Yüksek Kurul, bölge kurulunun kararını reddederek Başbakan’ın emrini uyguladı ve Topçu Kışlası’na izin çıktı.
Başlangıçta kamuoyu tepkisinden çekinen, başta dönemin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş olmak üzere iktidarın yerel uygulayıcıları, Topçu Kışlası’nın bir kültür ve sanat merkezi olacağını söylemeye başladı. Başbakan onları da yalanladı ve 2013 Nisan ayı sonunda şöyle dedi: “O zaman ne dedik, ‘olacak’ dedik, şimdi oluyor. Bu tabii kışla olmayacak. AVM, belki rezidans olarak hizmet görecek.” Hukuki süreçler devam ettiği halde Başbakan’ın kararlı olduğu, Mayıs sonlarında dozerlerin Gezi Parkı’na girmesi ve ağaçları kökünden sökmeye kalkışmasıyla netleşti.
27 Mayıs Pazartesi gecesi 22.00’de iş makinelerinin Divan Oteli’nin karşısından Gezi Parkı’na girmesi ve beş ağacı sökmesi üzerine toplanan insanlar yıkımı durdurdu, gece nöbetine karar verildi. Ertesi gün öğle saatlerinde yıkım ekibi yeniden geldi. Polis biber gazıyla ilk saldırısını yaptı, kitlelerin infialine sebep olan “kırmızılı kadın” fotoğrafı da bugün çekildi. BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in iş makinelerinin önüne geçip ruhsat sorması üzerine yıkım durduruldu. Sendikalar, odalar ve milletvekilleri destek ziyaretinde bulundu. 29 Mayıs Çarşamba üçüncü köprünün temel atma töreninde Başbakan Erdoğan Gezi Parkı için “ne yaparsanız yapın, biz kararı verdik” dedi. Gezi Parkı’na çadırlar yeniden kuruldu, yıkılan ağaçların yerine fideler dikildi. Ertesi gün saat 05.00’te, sabah ezanının hemen ardından polis uyuyan insanlara biber gazlarıyla saldırdı, eylemcilerin çadırları zabıta tarafından yakıldı, üç ağaç daha söküldü. Bunun üzerine akşam saatlerinde Gezi Parkı’nı on binler doldurdu. Halk parkı bir şenlik alanına çevirdi.
31 Mayıs Cuma günü üç bin kişilik kalabalığa rağmen sabah 05.00’te daha yoğun bir saldırı yapıldı ve park polis tarafından tamamen işgal edildi. Saat 13.00’te Taksim Meydanı’nda DİSK açıklamasını oturma eylemi yaparak izleyen kitleye polis vahşice saldırdı. Polisin anlamsız şiddetinin dozu Taksim’de ve İstiklal Caddesi’nin çevre sokaklarında artarken, bölgeye gelenlerin sayısı da katlandı. İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası projesi için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ortada aleni ve haksız bir “saldırı” olduğu için, polis şiddetinin dozu arttıkça ve anaakım medya bu kitlesel zulme gözlerini yumdukça tepkiler çoğaldı. İstanbul’da ulaşım hakkı engellenen Kadıköy dahil tüm ilçeler, artık bir savaş alanını andıran, tamamen gaz bulutu altında kalan Taksim’e yürüdü. Geceyarısı İstanbul’un bazı semtlerinde evlerden tencere tava sesleri yükselmeye başlarken, Çarşı’nın çağrısı üzerine bütün futbol taraftar grupları bir araya geldi. #direngeziparki hashtag’li iki milyon tweet atıldı.
1 Haziran Cumartesi Taksim civarındaki çatışmalar hiç durmadan devam etti, meydan çevresinde, İstiklal, Tarlabaşı, Harbiye, Gümüşsuyu istikametlerinde sabaha kadar on binlerce insan yoğun gaz saldırısı altında direndi. Akşama doğru Gezi Parkı’na girilmesinin ardından meydanda saldırısını sürdüren polis, araçlarını, alet-edevatını bırakarak Taksim’i terk etti. Sokakları dolduran on binler, Gezi Parkı, Taksim ve İstiklal Caddesi’nin devletsiz günlerini kutlamaya niyetlenirken Beşiktaş’taki saldırılar görülmemiş boyutlara ulaştı.
Gezi’de örgütlenme, koordinasyon, mutfak, revir, iskân çalışmaları sürerken başta Beşiktaş olmak üzere İstanbul’un çeşitli ilçelerinden, Türkiye’nin pek çok başka şehrinden çatışma haberleri gelmeye devam etti, Dolmabahçe’deki Bezm-i Âlem Camii doğal revir haline geldi. Ümraniye’de Mehmet Ayvalıtaş, bir taksinin kalabalığın arasına dalması sonucu hayatını kaybetti. Hedef gözetilerek atılan plastik mermiler insanların gözünü çıkarmaya başladı. Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’de polis ve sivil kişilerin sopalı saldırısına uğradı. Çatışmaların en yoğun olduğu anlarda penguen belgeseli gösteren CNN Türk, Türkiye’de medyanın durumunu gösteriyordu.
3 Haziran Pazartesi Beşiktaş’ta çatışmalar devam etti, Ankara’da mücadele sertleşti, yüzlerce gözaltı oldu, İzmir’de sivil görünümlü şahıslar çivili sopalarla polisin yanında saf tuttu. Hatay’ın Armutlu ilçesinde 22 yaşındaki Abdullah Cömert, polis müdahalesi esnasında aldığı darbe sonucu hayatını yitirdi. Erdoğan, “evinde tuttuğumuz yüzde 50 var” diyerek dört günlük Kuzey Afrika ziyaretine başladı. NTV önündeki protestocuların sayısı binleri buldu. Ertesi gün Beşiktaş ve Gazi Mahallesi’nde, Ankara’da, Dersim’de, İzmir’de çatışmalar arttı.
5 Haziran Çarşamba KESK, DİSK, TTB ve TMMOB bir günlük grev ilan etti, tüm ülkede insanlar sokağa çıktı. Ankara’da grevcilere saldırılırken, Rize’de eylemcilere linç girişiminde bulunuldu. Adana’da komiser Mustafa Sarı eylemcileri kovalarken düşerek hayatını yitirdi. Protestoların en başından beri aktif rol alan ve 2012’de Taksim Yayalaştırma Projesi’nin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunca onaylanması üzerine bölgenin akıbeti konusunda halkın söz sahibi olmasını savunan mahalle derneklerinden, sendikalardan, meslek odalarından ve siyasi partilerden meydana gelen Taksim Dayanışması, taleplerini Bülent Arınç’a iletti:
- Gezi Parkı, park olarak kalmalıdır.
- Başta İstanbul, Ankara, Hatay Valileri ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumlular görevden alınmalıdır.
- Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılması yasaklanmalıdır.
- Gözaltına alınan yurttaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır.
- Türkiye’deki tüm meydanlarda toplantı, gösteri, eylem yasakları ve fiilî engellemeler son bulmalıdır.
7 Haziran Cuma Erdoğan, olaylardan “faiz lobisi”ni sorumlu tuttu. Parkta Gezi Bostanı kuruldu, Antikapitalist Müslümanlar Cuma namazını parkta kıldı. 8 Haziran Cumartesi Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray taraftar gruplarının çağrısıyla Taksim Meydanı en kalabalık günlerinden birini yaşadı. Parkın gazetesi Gezi Postası ve Gezi Radyo yayın hayatına başladı. 10 Haziran’da Ankara’da 26 yaşındaki Ethem Sarısülük’ün polis kurşunuyla yaralandığı kesinleşti. Yeni Şafak, Mi Minör adlı oyun nedeniyle Mehmet Ali Alabora’yı hedef gösterdi.
11 Haziran Salı sabahın erken saatlerinde polis barikatları temizleyerek, gaz bombaları eşliğinde Taksim Meydanı’na girdi, Erdoğan’ın “paçavra” olarak nitelediği pankart ve flamalar AKM ve anıt üzerinden toplandı, AKM’nin üzerine iki devasa Türk bayrağı ve bir Atatürk resmi asıldı. Vali Mutlu’nun aksi yönde açıklamalarına rağmen polis Gezi Parkı’na girdi ve gaz bombaları attı. Yaşananları protesto etmek için Çağlayan Adliyesi’nde toplanan 75 avukat gözaltına alındı. Ertesi gün CNN, BBC gibi dünya kanallarında Gezi Parkı’na saatler ayrıldı.
13 Haziran Perşembe Avrupa Parlamentosu’nda Gezi Parkı tasarısı kabul edildi ve AKP hükümeti uyarıldı. Valinin “çocuklarınızı alın, can güvenliklerini sağlayamam” tehdidi üzerine anneler Gezi Parkı’ndaki protestocularla dayanışmak için güvenlik zinciri oluşturdu. 14 Haziran Cuma İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu kimi direnişçi gençlerle Twitter’dan duyurduğu toplantıyı yaparken, Erdoğan da Taksim Dayanışması’yla bir toplantıya girdi. Sonradan, “aşırı sendikacı” diye niteleyeceği DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’na sinirlenerek masayı terk ettiği ortaya çıktı. BBC, Gezi Parkı İsyanı sürecindeki yayın politikası nedeniyle NTV’yle ortaklığını askıya aldı. İki gün önce beyin ölümü gerçekleşen Ethem Sarısülük hayatını kaybetti.
15 Haziran Cumartesi günü Erdoğan, Ankara Sincan’da düzenlenen Millî İradeye Saygı mitinglerinin ilkinde “Yarın İstanbul’da mitingimiz var, Taksim Meydanı boşaldı boşaldı, yoksa güvenlik güçleri boşaltmasını bilir” dedi. Erdoğan’ın sözlerinden 24 saat müdahale olmayacağını anlayan insanlar Gezi’yi kadın erkek, genç yaşlı doldurmayı sürdürdü. Erdoğan’la toplantı notlarını bileşenlerine ve kitleye aktaran Taksim Dayanışması, forumlardan çıkacak ortak kararı beklemeye koyuldu. Tek bir dayanışma çadırında uzlaşılacakken, AKM önünden yapılan uyarıların ardından 20.50’de, Cumartesi gecesinin yoğunluğunda, polisin saldırısı başladı. Gaz bombalarını savurarak ilerleyen polis önüne çıkan her şeyi parçalayarak kalabalığı Harbiye tarafına sürdü. Olayların başından beri yaralılara kapısını açan Divan Oteli başta olmak üzere revirlere ve kapalı alanlara gaz atıldı, doktorlar kelepçelenerek gözaltına alındı. Olaylara jandarma da müdahil oldu.
16 Haziran Pazar Taksim civarında, Nişantaşı ve Beşiktaş’ta, İstanbul’un başka yerlerinde direnişler sürdü. Kalabalıklar toplanmaya çalışırken, polisin yöntemleri ve biber gazlarının içeriği sürekli sertleşirken, AKP’nin ikinci İstanbul mitingi Kazlıçeşme’de düzenlendi. Türk Tabipleri Birliği’nin açıklamasına göre olayların başından bu yana beş kişi hayatını kaybetmiş, revir ve hastanelere 59’u ağır olmak üzere 7.822 yaralı başvurmuş, 63 kişi ağır yaralanmış, 106 kişi kafa travmasına uğramış, 11 kişi gözünü kaybetmiş ve bir kişinin dalağı alınmıştı.
Taksim Meydanı, 31 Mayıs 2013. Fotoğraf: Nazım Serhat Fırat.
Gezi’de farklı siyasi örgütler ve bireyler günlerce taleplerini dile getirdi. Katılanların çeşitliliği dikkat çekiciydi: sosyalistler, anarşistler, çevreciler, öğrenciler, feministler, LGBTİ+’lar, Kürtler, Aleviler, Antikapitalist Müslümanlar, Ermeniler, futbol taraftarları, işçiler, sendika üyeleri, ulusalcılar, Kemalistler… AKP hükümetlerinin uyguladığı yeni-liberal ve yeni-muhafazakâr politikalar pek çok insanı olumsuz etkilemiş ve Gezi İsyanı, toplumun geniş bir kesiminin bu memnuniyetsizliğe cevabı olmuştu. Neredeyse her gün bir protesto gösterisi düzenlenen İstanbul gibi bir şehirde Gezi Parkı eyleminin böyle ülke çapında kitlesel bir harekete dönüşmesi, aslında beklenen bir durum değildi.
Gezi’nin belki de en önemli yanı, normalde bir araya gelemeyecek grupları bir araya getirmesiydi: Ulusalcıların Türk bayraklarıyla Kürtleri, futbol taraftarlarının cinsiyetçi ve homofobik küfürleriyle feministleri ve LGBTİ+’ları, örgütlü sol grupların görünürlükleriyle bağımsızları rahatsız ettiği söylenebilir ama Gezi’de farklı gruplar ve bireyler “acil bir ittifak” içinde yan yanaydı. Devletin olmadığı bir alanda sürekli müzakere, tartışma ve dayanışmayla birlikte var oldular. 90 kuşağı gençlerin kolektif belleği ve popüler kültür repertuvarından beslenen bu harekette, akıllı telefonlarla kullanımı yaygınlaşan sosyal medyanın toplumsal olaylardaki tayin edici gücü de göründü; otoriteye karşı eleştirinin başlıca ifadesi olan mizahın, özellikle duvar yazıları, performanslar ve sanal ortamdaki esprilerle anonim bir kimlik kazandığı da…
Gezi İsyanı’ndan sonra Beyoğlu yavaş yavaş biber gazlı, hatta plastik mermili günlerine geri döndü. Bu sırada İstanbul’un pek çok semtinde, Türkiye’nin pek çok şehrinde park forumları düzenlendi. Anti-militer, anti-otoriter karakteristiğiyle Gezi, kamusallık ve demokrasi gibi kavramlar üzerine yeniden düşünmeyi sağladı.
İsyanın büyüklüğü iktidarı tedirgin etmeye devam etti ve park ve Taksim Meydanı, Gezi’nin yıldönümlerinde ve 1 Mayıs’larda halka kapatıldı. Gezi’yi kendisine karşı bir komplo olarak görmekte ısrar eden Erdoğan, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimin ertesi günü yaptığı açıklamada bile Topçu Kışlası’nı inşa etmekten söz etti. Gezi’nin bir sonucu olarak insanlar parkı ve başka yerlerdeki ağaçları daha fazla sahiplendi. Şehrin giderek bir beton çölüne dönmesi ve buna bağlı olarak yaşanan sert iklim olayları, halkta parkların ve ağaçların korunmasına yönelik bir bilinç yaratmıştı. Belediye, Maçka Parkı’nın altından geçecek tünel için ağaçları kesmeyip “taşıyacağını” vurgulamak zorunda kaldı. Gezi’deki ağaçların kaydının tutulduğu geziparkimiz.net başlıklı bir web sitesi açıldı.
Elbette Topçu Kışlası’nın zamanında yıkılması, yeni dönem ve onun değerlerinin bir simgesiydi. Yeniden inşası da bir kültür varlığının restorasyonundan öte anlamlar taşıyor, Cumhuriyet dönemiyle kavganın bir göstergesi aslında. Taksim Kışlası son dönem Osmanlı mimarisi için ilginç bir örnek sayılabilir ama ne Osmanlı uygarlığını temsil eden ne de kenti ya da bir dönemi simgeleyen, kentlinin hafızasında önemli bir yer tutmuş bir yapı. AKP iktidarı bir yandan kentlinin hafızasında yeri olmayan kışlayı yeniden inşa etmek isterken bir yandan da yeri olan Emek Sineması gibi mekânları yıkarak, önceliğinin hafızayı korumak değil siyasi ve ekonomik rant olduğunu gösteriyor.