Binanın mukimleri arasında ağır giriş kapısının sağındaki iki katlı dükkânların birinde şiirlerini yazan Bedri Rahmi Eyüboğlu, onun bitişiğinde Ulus Gazetesi’ne İstanbul’dan haber geçen Neş’et Atay, ünlü Ermeni Gazetesi Jamanak, üç odayı birleştirerek yaptığı atölyesiyle heykeltıraş Dr. Firsek Karol ve Andrea Kitabevi vardı. D Grubu’nun ilk sergileri de burada açılmıştı. İstanbul’un ilk konfeksiyoncularından Visconti’nin mağazası ve kürkçü Sanoviç de Narmanlı Han’ın küçük dükkânlarını mekân tutmuştu. Bina sonraki zamanlarında üniversite gençliğinin müdavimi olduğu ve Beyoğlu’nda önemli bir altkültürün gelişmesine neden olan Deniz Kitabevi’ne de ev sahipliği yaptı.
Merve Erol, 2016’da Zero İstanbul için kaleme aldığı “Göçmemiş Kediler: Narmanlı” yazısında Deniz Kitabevi’nin önemini şöyle anlatıyor: “1990’lı yılların başında bazı rock kulüplerinin, irili ufaklı yayınevlerinin, siyasi oluşumların ve kültür evlerinin yavaş yavaş Beyoğlu’na taşınmasıyla şehre dağılmış olan sanatsal-kültürel-siyasi faaliyet blok halinde burada yerleşmeye başladı. Yine de Tünel tarafı, plakçılar ve gitarcılar, pulcular ve Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi dışında bu hareketliliğe ayak uydurabilmiş değildi, ta ki Babylon açılana kadar.”
Hissedarlar önce 2001’de restorasyon amacıyla hanın yüzde 15’lik hissesini Yapı Kredi Koray grubuna devretti. Proje 2002’de Anıtlar Kurulu’ndan onay aldı ama sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının itirazı ve alınan yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle restorasyon başlamadı. Bunun üzerine Narmanlı Han’ın 12 varisi 2008’de Koray Grubu’na dava açarak hisselerini geri aldı. Han, 2009’da dış cephesi hariç 2. derece eser statüsüne geçirildi. Ardından 2014’te 57 milyon dolara Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan Tekstil’in sahibi Tekin Esen’e satıldı. Yeni mal sahiplerinin hanın restorasyonu için devreye soktuğu mimar Sinan Genim’in projesine semt dernekleri karşı çıktı ancak mahkeme açılan davayı reddetti.
Bu gelişmeler tam da Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın ve Beyoğlu Güzelleştirme Derneği Başkanı Nizam Hışım’ın beraber yaptıkları Beyoğlu’nun muteberleştirilmesi açıklamalarına paralel gelişmeler oldu: “Biz burayı nezih bir yer haline getireceğiz. Her önüne gelenin, kuru kalabalığın değil gerçekten tüketen kalabalığın gelmesini istiyoruz.” Semt dernekleri temsilcileri o tarihten beri hayata geçirilmek istenen bir “nezihleştirme”, “soylulaştırma”, “insansızlaştırma” ve daha sonrasında kendi insanını yerleştirme sürecinin yaşandığını iddia ediyor.
Deniz Kitabevi. Sinematikyesilcam.com.
Bugün Narmanlı, Tarlabaşı’yla, Emek’le, Gezi’yle başlayan Beyoğlu’nda kentsel dönüşüm ve buna karşı mücadele tarihinin aciliyet kazanmış bir parçası; Galata’dan Taksim Meydanı’na, hatta Harbiye ve Pangaltı’ya uzanacak geniş bir planın unsuru. Bir buçuk asırlık tarihinde kim burada ne yaşamış olursa olsun, yirmi milyonluk İstanbul’da, seksen milyonluk Türkiye’de kim burada ne kadar vakit geçirmiş olursa olsun, bu haliyle ve bu mazisiyle her şeyden önce kamunun malı… Türkiye gibi maddi hafızasına asla sahip çıkamayan bir ülkede benzeri kalmayıp neredeyse yüzyıllık bir tarihe yayılarak varlığını ve işlevini sürdüren bir sinemanın beş kat yukarı taşınmasıyla sorunun çözülebileceğini düşünebilen bir hoyrat ve gelgeç zihniyetin elinde, sadece Narmanlı’nın değil, tam ortasında yer aldığı koca bir bölgenin Talimhane gibi, Açıkhava’nın önü gibi insansızlaşacağını kestirmek zor değil.” Merve Erol’un Zero İstanbul için kaleme aldığı yazısından alıntılanmıştır.
Mari Gerekmezyan, döneminin İstanbullu pek çok sanatçısı gibi yolu Narmanlı Han’dan geçenlerden biri. Bunda sevgilisi Bedri Rahmi’nin burada yaşamış olmasının rolü büyük. Gerekmezyan, Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşlarından. 1913’te Kayseri Talas’ta doğan Mari Gerekmezyan, ilkokulu da Kayseri’de, Vart Basrig İlkokulu’nda okudu. Daha sonra İstanbul’a yerleşerek Esayan Kız Lisesi’ni bitirdi. Bu dönemde tanıştığı Ahmed Hamdi Tanpınar’ın etkisiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi ve 1943’te mezun oldu. İstanbul Getronagan Lisesi ve Esayan Lisesi’nde resim ve Ermenice öğretmenliği yaptı.
Sonrasında Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ne konuk öğrenci oldu ve burada asistanlık yapan Bedri Rahmi Eyüboğlu ile aşk yaşadı. Bedri Rahmi’nin ünlü Karadut şiirini onun için yazdığına inanılıyor. Prof. Neşet Ömer ve Prof. Şekip Tunç büstleriyle 1943’te Ankara Heykel Sergisi Ödülü’nü, Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın bronz büstüyle de 1945’te Ankara Devlet Güzel Sanatlar Sergisi Birincilik Ödülü’nü alan Gerekmezyan’ın yarattığı gerçeklik ve ifade yönünden başarılı ve dönemine göre farklı olduğu belirtilen eserlerinin bazıları kaybolmuş durumda. Kayıtlı olan sayılı eserlerinin ise İstanbul ve Ankara Resim Heykel müzelerinde olduğu biliniyor. Bedri Rahmi büstü de Eyüboğlu Ailesi özel koleksiyonunda.
Bilgi Üniversitesi’nden editör Sevengül Sönmez, 2012’de İstanbul Getronagan Ermeni Lisesi’nde Gerekmezyan anısına düzenlenen sergi nedeniyle Hürriyet Daily News’a yaptığı açıklamada Gerekmezyan’ı “Çok genç ve henüz sanat yolculuğunun başında olduğu için sevgilisi Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun gölgesinde kalmış, Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşı” olarak niteliyor. Gerekmezyan, evli olan Bedri Rahmi ile ilişkisi ve Ermeni kimliği nedeniyle akrabaları ve sanat çevresi tarafından görmezden gelinmiş. Hakkında çalışmalar yapan yazar Karin Karakaşlı bu durumu “Uğradığı etnik ve sanatsal dışlanma” olarak değerlendiriyor. Karakaşlı, Gerekmezyan’ın kahramanı olduğu Sabır Taşı adlı hikâyesinde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Fred Gross isimli arkadaşının ünlü ressamla aralarındaki aşkı bilmesine rağmen dedikoduları önlemek için onunla evlendiğini de yazıyor. Bedri Rahmi’nin birçok portresinde de görülen bir yüz olan Gerekmezyan, 1947’de yakalandığı tüberküloz sebebiyle öldü. Mezarı Şişli Ermeni Mezarlığı’nda bulunuyor.
Türkiye’nin ilk kazıma ve oyma gravür sanatçılarından, ressam Aliye Berger’in o dönemde hafif hafif çürümekte olan Narmanlı Han’ın üst katındaki stüdyosu, 1950’ler ve 1960’larda İstanbul’un yazar, sanatçı, entelektüel çevresi için bir uğrak yeriydi. Adını ilk kez 1954’te Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği resim yarışmasında birinci seçilerek duyuran sanatçı, dışavurumcu oyma baskılarıyla tanınıyordu.
Aliye Berger, Şakir Paşa ailesinin bir ferdiydi. Halikarnas Balıkçısı olarak tanıdığımız ünlü ressam ve yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı ile ressam Fahrelnisa Zeid’in kardeşi, ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral’ın, tiyatrocu Şirin Devrim’in ve ressam Nejat Devrim’in de teyzesiydi. Şakir Paşa 1890’da Girit valisiyken kardeşi Ahmet Cevad Paşa sadrazamlık görevine getirilmişti. Halikarnas Balıkçısı da bu yıllarda dünyaya geldi. Fakat 1894’te Cevad Paşa, sadrazamlık görevinden azledilince, kardeşi Şakir Paşa da Girit’teki görevinden istifa etti ve İstanbul’a geri döndü. 1914’te maddi sıkıntıların baş göstermesiyle Mehmed Şakir Paşa, Afyon’daki Kabaağaçlı çiftliğine döndü. Çiftlikte yaşanan bir tartışma sırasında henüz 11 yaşındaki Aliye’nin abisi olan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın tabancasından çıkan bir kurşun babasına isabet etti ve Şakir Paşa öldü. Cevat Şakir, 14 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Gençlik döneminde başarılı bir ressamdı. Sürgüne gönderildiği Bodrum’u yazarlığıyla dünyaya tanıttı. Ayrıca bugün Türkiye’nin önemli turistik cazibelerinden biri haline gelen Mavi Yolculuk’un da başlatıcısı ve tanıtıcısı oldu.
Aliye Hanım, eğitimini Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde gördü. Mehmed Şakir Paşa’nın ölümünün ardından eşi Giritli Sare İsmet Hanım özellikle kızları Aliye ve Fahrelnisa’nın iyi bir eğitim alması için onlarla yakından ilgilenmişti. Önce resim ve piyano dersleri alan Aliye Hanım, 1924’te keman öğrenmeye başladı. Keman hocası, Macaristan’daki halk ayaklanmasına katılan ünlü Macar keman virtüözü Karl Berger’di. İstanbul’a sığınan Berger, keman dersleri vererek geçiniyordu. Aliye Hanım, hocasına âşık oldu. Bir kıskançlık krizi sonrasında ise bir gece silahını aldı ve Karl Berger’in evine dayandı. Kapıyı virtüözün hizmetlisi açtı, Aliye Hanım silahını ateşledi ve hizmetli yaralandı. Aliye Hanım, 35 gün hapis cezasına çarptırıldı. Doktor raporlarına göre bu suç asabiyetle işlendiği ve suçlu da tanınmış bir aileye mensup olduğundan cezanın ertelenmesine karar verildi. Bu olaydan etkilenen Karl Berger ile Aliye Hanım arasında 23 yıl sürecek bir beraberlik başladı.
Aşkla geçen 23 yılın sonunda çift evlenme kararı aldı ve hayatlarını birleştirdi. Evlilikten altı ay sonra Karl Berger, Büyükada’da geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata gözlerini yumdu. Bu ölüm sanatçıyı derinden etkiledi. Aliye Berger, o günlere kadar istese de resim çalışmalarına tam olarak başlamamıştı. Eşinin ölümünün ardından 1947’de Londra’ya giderek John Buckland Wright’ın atölyesinde heykel ve gravür çalıştı. 1951’de ise Türkiye’ye 150 gravür çalışması ile döndü ve 45 yaşında ilk kişisel sergisini açtı.
Fakat Aliye Berger’e esas ününü, Güneşin Doğuşu adlı yağlı boya tablosuyla, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği’nin (AICA) 1954’te İstanbul’da toplanan kongresi nedeniyle Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği “İş ve İstihsal” konulu yarışmada birincilik ödülü alması getirdi. Çoğu çalışması siyah-beyaz gravürlerden oluşan Aliye Berger, Türkiye’de ve Avrupa’da toplamda 11 kişisel sergi açtı, uluslararası ve ulusal 50 karma sergide yer aldı.
İçtenlik öğretilmez. Ne yaşamda, ne sanatta. Okulu yoktur. Ne isem o oldum… Yaşadığım, güzellikleriyle, acılarıyla, aşklarıyla, ölümleriyle, başkaldırışım ve baş eğmelerimle, umutlarım ve umutsuzluklarımla yaşadığım, benim olan dünyayı yansıtmak istedim yapıtlarımda… Ama en çok, tüm bunları kucaklayan ve adına hayat dediğimiz olaydan, serüvenden etkilendim. Ve aşktan.
Aliye Berger
Aliye Berger atölye/evinde. SALT Araştırma, Yusuf Taktak Arşivi.