İbrahim Paşa Sarayı veya bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin emperyal geçmişe sahip her devletin tarihinde olduğu gibi başka bağlamları ve önemi var. O da Ermeni Soykırımı’nın başlangıç tarihi kabul edilen 24 Nisan 1915’te İstanbul’da Ermeni cemaatinin önde gelen isimlerinin tutuklandığı vakit konuldukları nezarethane olması. Bu aydın, siyasetçi, gazeteci ve sanatçılar daha sonra Haydarpaşa Tren İstasyonu’ndan pek çoğunun katledileceği Ayaş ve Çankırı’ya doğru yola çıkarılacaklardı. Nesim Ovadya İzrail, 24 Nisan 1915 İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara adlı kitabında o geceyi şöyle anlatıyor: “Öncelikle İstanbul’da tutuklanacak Ermenilerin semt karakollarından sonra toplanacağı yer olarak Sultanahmet Camii’nin karşısında bulunan, 1831’de eski İbrahim Paşa Sarayı’nın bir bölümüne yapılmış ve Mehterhane olarak da bilinen, Merkez Hapishanesi (Hapishane-i Umumi) bu iş için hazırlandı. Üç gün öncesinden, diğer suçlardan burada bulunan tutuklu ve mahkûmlar başka hapishanelere gönderilerek boşaltıldı. Adi suçtan değil, siyasi nedenlerle tutuklanıp getirilecek olan Ermenilerin başkentin en elit kesimini oluşturduğunun bilincinde olan İttihatcı Emniyet yönetimi, bu mahkûmları göndermeden, hapishanede genel bir temizliğe girişerek, onlara her tarafı tertemiz yaptırdılar. Ermeni tutuklular geldiğinde bile yerler hâlâ ıslaktı. …Tutuklanacak Ermeni önderlerin gönderilmesi ve gözetim altında tutulmaları için iki merkez seçilmişti. Her iki merkezin de Anadolu’nun ortasında, cephelere uzak, nüfusu Türklerin yoğun olduğu bölgelerde olmasına dikkat edilmişti. Bunlardan birincisi Ankara vilayetine bağlı Ayaş kazası, diğeri de Kastamonu vilayetine bağlı Çankırı sancağıydı. Bu merkezlerin yerel yöneticileri daha önceden bilgilendirilmiş olsalar da, operasyonun başlaması üzerine son bir kere yeniden uyarıldılar.”
İbrahim Paşa Sarayı’nın yıkılmış bölümlerinin fotoğrafı, 17 Kasım 1939. SALT Araştırma, Ülgen Ailesi Arşivi.
Hapishaneden Haydarpaşa Garı’na
24 Nisan 1915 gecesi yapılan operasyondan sonra tutuklanan Ermeni aydınlar hemen ertesi akşam hapishane avlusunda toplandı ve okunan listelere göre askerî otobüslerle Haydarpaşa Garı’na sevk oldu. Bu sevkiyata ilişkin rakamlar farklılık gösterse de Çankırı ve Ayaş’a götürülen 250 Ermeni aydın ve kanaat önderi olduğu çeşitli kaynaklarca kabul ediliyor. Bu 250 kişiden 174’ü hiçbir yargılama olmaksızın katledildi. Ayaş hapishanesine götürülen 92 Ermeni aydının 75’i öldürüldü, 17’si sağ kalabildi. Çankırı’da tutulan 158 İstanbullu Ermeni tutuklunun 99’u öldürüldü, 59’u bu katliamdan sağ çıkabildi.
Türkiye’de 100 yıllık bir tabu olan Ermeni Soykırımı’nın 100 yıllık inkârı da soykırımın tamamlayıcısı bir politika olarak gündemde tutuluyor. Ancak son yıllarda hem Türkiyeli Türk ve Kürt aydın ve siyasetçilerin hem Hrant Dink gibi Ermeni kanaat önderlerinin çabalarıyla bu konuda bazı kırılmalar yaşandığını teslim etmeli. Bu kırılmalar, Türkiye’nin resmî metinleri ve yaklaşımında köktenci bir değişiklik yaratmasa da toplumun farklı kesimlerinde 1915 Ermeni Soykırımı’nın tartışılmaya başlamasına katkı sunuyor.
“Ermeni Soykırımı” ifadesini kullanmak, yakın zamana kadar TCK 301. Madde kapsamında “Türklüğe hakaret” başlığı altında soruşturma ve kovuşturmaya uğrayabilecek bir suçtu. 2014’te ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Recep Tayyip Erdoğan, 1915 yılında ölen Ermeniler için torunlarına taziye mesajı yayımlıyordu. Her ne kadar bu mesaj, yaşananın ne olduğuna, yaşananların sorumlusunun kim olduğuna değinmemiş olsa da Cumhuriyet tarihinin ilk resmî taziyesi olarak kayda geçiyordu.
2010’da Dışişleri Bakanlığı resmî internet sitesinde yayınlanan bir açıklama, Ermeni Soykırımı nitelemesinde bulunmanın suç olmadığını söylüyordu. Açıklama şöyleydi: “Türk Ceza Kanunu’nun ne 301. Maddesinde ne de başka bir bölümünde ‘Ermeni Soykırımı’nın inkârı gibi bir hüküm bulunmadığı gibi, halihazırda 1915 olaylarının ‘soykırım’ olduğunu ileri sürmesi nedeniyle adli kovuşturmaya maruz kalmış herhangi bir kimse bulunmamaktadır. ‘Soykırımın inkârı yasası’ bulunan pek çok ülkenin aksine, Türkiye’de 1915 olaylarının ‘soykırım’ olduğunu ileri süren kitap, makale ve benzer yayınlar gerek orijinal olarak yazıldıkları dillerde gerek Türkçe çevirileriyle satılmaktadır. Bu kitapların arasında, bilimsel araştırmadan çok ateşli propaganda malzemesi olarak nitelendirilebilecek eserler de mevcuttur.”
Bu yaklaşımı güçlendiren bir başka karar ise 2018’de İstanbul Savcılığı’nın konuya ilişkin mütaalasında ortaya çıktı. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, 24 Nisan 2018’de Sultanahmet’te soykırım anması düzenlemek istedi. Ancak polis “soykırım” kelimesi kullanılan pankart ve dövizler olduğu gerekçesiyle programa izin vermedi. Pankart ve dövizleri getiren İnsan Hakları Derneği aktivistleri Leman Yurtsever, Jiyan Tosun ve Gamze Özdemir gözaltına alındı, sonra serbest bırakıldı. Gözaltına gerekçe yapılan pankartta, “Ermeni Soykırımı’nı tanı, af dile, tazmin et” yazılıydı. Gözaltına alınan aktivistler hakkında açılan soruşturma tamamlandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Bürosu, kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.
Savcılık kararının gerekçesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlara atıf yapılarak, “AİHM ifade özgürlüğünün yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görünen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu kabul etmektedir” denildi.
Buraya kadar artık Türkiye’de “Ermeni Soykırımı” demenin kovuşturmaya uğramayacağını, suç olmadığını ve olması gerektiği gibi ifade özgürlüğü kapsamında ele alınabileceğini düşünebilirsiniz. Ancak bu topraklar mehter marşının iki ileri bir geri temposuyla harmanlanmış topraklar. Tüm bu gelişmelere karşın bugün Türkiye’de iktidarda bulunan milliyetçi muhafazakâr kadroların girişimiyle 2017 itibariyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Ermeni soykırımı”, “Kürdistan”, “Kürt illeri” diyen vekiller para cezasına çarptırılıyor. AKP ve MHP’nin uzlaşmasıyla sunulan içtüzük değişikliğine göre bu nitelemeleri kullanan milletvekilleri bununla da kalmıyor, oturumlara katılmama cezası da alıyor.
2000’li yıllarda Ermeni Soykırımı konusundaki tartışmaların artması ve dünyada çeşitli parlamentoların ardı ardına 1915’i Ermeni Soykırımı olarak tanımalarının yansımaları Türkiye’de de görüldü. Türkiyeli aydınlar “Özür Diliyorum” başlıklı bir kampanya başlattı. 2.453 kişi tarafından imzalanan bu kampanya metninde “soykırım” sözcüğü geçmiyordu ama yaşanan felaket ve kırım için mağdurlardan ve yakınlarından özür dileniyordu. Bu girişimden kısa bir süre sonra İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, 24 Nisan 1915’te tutuklanan ve daha sonra pek çoğu katledilen Ermeni aydınların Çankırı ve Ayaş’a sevk edildiği yer olan Haydarpaşa Garı’nda anma etkinliği düzenlemeye başladı. Ermeni Soykırımı’nın 95. yıldönümü olan 24 Nisan 2010 günü, Haydarpaşa Garı’nda bir basın açıklaması yapıldı. İHD İstanbul Şubesi, 2012’den bu yana basın açıklamasını Türk İslâm Eserleri Müzesi önünde yaparak anma etkinliğini Haydarpaşa Garı’nda sürdürüyor.
2007’de kurulan Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De girişimi de 2010’da Taksim meydanında ilk 24 Nisan anmasını düzenledi. Anma çağrısı “büyük felaket”ten ve “büyük acıyı yüreğinde hissetmek”ten söz ediyor, resmî bir tanıma talebinde bulunmuyordu. Gezi olayları sonrasında Taksim Meydanı’nın devlet ve belediye kaynaklı olmayan her türlü etkinliğe kapatılmasıyla, İstiklal Caddesi’nin Taksim’e çıkan kesiminde yapılan 24 Nisan anmaları giderek Tünel Meydanı’na sürüldü, okunan metinlerde de “soykırım” sözcüğünün geçmemesi için Emniyet güçlerince anmayı düzenleyenlere baskı yapıldı.
İlk anmalar
1919 tarihli Ermenice bir kaynak olan Huşartsan Abril Dasnımegi (Nisan 11’e Anıt), 24 Nisan’da İstanbul’da, ileriki günlerde de Anadolu’da toplanan, sürgüne gönderilen ve çoğunluğu bir daha dönmeyen Ermeni aydınların listesini yapan, onların anısına hazırlanmış, bol fotoğraflı bir çalışma. 11 Nisan Yasdönümü Tertip Heyeti tarafından hazırlanan ve Ermeni araştırmacı Teotig tarafından derlenen kitapta, heyetin 12 Nisan 1919’da, dinî ve sivil, muhtelif yas törenleri düzenlediği belirtiliyor. Düzenlenen törenlere ilişkin detaylar olmamasına karşın 1919’da, 1915 Soykırımı’nda yaşamını yitiren yüzbinlerce Ermeni için törenler yapıldığını öğreniyoruz. 24 Nisan 1965’te de medya, Türkiye’de yaşayan bir grup Ermeninin Taksim Anıtı’na bir çelenk bıraktığını belirtiyor. Başta Hürriyet Gazetesi olmak üzere yazılı basın, Beyrut ve dünyanın çeşitli yerlerindeki protesto ve anma etkinliklerine yer veriyor. Başbakan Suat Hayri Ürgüplü, Parlamento’da yaptığı konuşmada çeşitli ülkelerde aşırılık yanlısı bazı Ermenilerin gösteriler düzenlediğini ama bu gösterilerin arzu edilen kalabalığa ulaşmadığını belirtiyor. Ürgüplü, “Provokatörlerin amacı 50 yıl sonra tarihî gerçekleri çarpıtmak ve Türkiye aleyhine propaganda yapmak. İlgili devletlere Ermeni meselesinin Türkiye ile hiçbir alakası olmadığını ve tarihi çarpıtmanın doğru olmadığını anlattık. Makul Ermeni vatandaşlarımız bu olaylara katılmamıştır. Yurtdışında yapılan gösterileri Atatürk Anıtı’na yürüyüşlerin yapıldığı 24 Nisan günü bir çelenk bırakarak protesto etmişlerdir,” diyor.